Dionysos (Bacchus)

 

 

Dionysos, Olympos'a giren tanrıların sonuncusuydu. Homeros onu tanrı olarak kabul etmemiştir.

Aşağıdaki öykünün kaynakları, dokuzuncu yüzyılın sonlarıyla sekizinci yüzyılın başlarında yaşayan Hesiodos'un bazı yazılarında bulunmaktadır. Dördüncü yüzyılda yazılmış bir hymnos'da korsan gemisi anlatılmıştır. Pentheus'un kaderi de beşinci yüzyılda yaşayan Euripides'in son oyununa konu olmuştur.

Dionysos, Zeus ile Thebai prensesi Semele'nin oğullarıydı: Thebai'da doğmuştu. Annesi ile babasının ikisi de ölümsüz olmayan tek tanrıydı.

"Yalnız Thebai'da doğurur ölümlü kadınlar 

Ölümsüz tanrıları."

Semele, Zeus'un tutulduğu kadınların en talihsiziydi; bu talihsizliğin sebebinin yine Hera olduğu kolayca anlaşılabilir. Zeus, çılgınca tutulmuştu Semele'ye; onun bütün dilediklerini yerine getireceğini söyledi, Styks ırmağı üstüne yemin etti. Öyle bir yemindi ki bu, tanrılar tanrısı bile sözünden dönemezdi. Semele, Zeus'u Gökler tanrısı ve Şimşeğin efendisi olarak, bütün parlaklığıyla görmek istedi. Aslında Hera'nın istediği bir şeydi bu. Zeus ölümlülere kendini tanrı kılığında gösteremezdi, tehlikeli olurdu bu, ama Styks üstüne yemin etmişti. Tanrı olarak geldi sevgilisine; Semele onun yakıcı ışıltısına dayanamayarak öldü. Zeus tez davrandı, doğmak üzere olan çocuğu prensesin karnından alarak sakladı, doğuncaya kadar da Hera'ya göstermedi.

Doğunca, Hermes yeryüzüne taşıdı Dionysos'u; kimsenin nerede olduğunu bilmediği, ama herkesin güzelliğini anlata anlata bitiremediği Nysa vadisine götürerek oradaki nymphelere verdi. Bazıları, nymphelerin Hyadlar olduğunu, Zeus'un sonradan onları yıldız diye göğe yerleştirdiğini söylerler. İleri sürdüklerine göre Hyadların en büyük özelliği yağmur yağdırmalarıdır.

Asma tanrısı böylece ateşten doğmuş, yağmur tarafından yetiştirilmişti. Üzümleri olgunlaştıran yakıcı sıcaklık ve asmalara can veren su...

Büyüyünce, uzak, yabancı ülkeleri dolaştı Dionysos.

"Altınca zengin Lidya topraklarını, 

Frikya'yı da. 

Gün vurmuş ovalarını İran'ın, 

Medlerin rüzgarlı ülkesini. 

Mutlu Arabistan'ı da."

Gittiği bütün yerlerde insanlara şarap yapmasını öğretti, kendisine nasıl tapılacağını anlattı; ülkesine yaklaşıncaya kadar her yerde onu tanrı kabul ettiler.

Bir gün karaya yaklaşan korsanlar, kıyıda çok yakışıklı bir delikanlının oturmakta olduğunu gördüler. Kara, gür saçları omuzlarındaki mor pelerine dökülüyordu. Yüce kralların oğullarına benziyordu; bir kaçırılsa babası onu geri almak için neler vermezdi... Korsanlar keyifle kıyıya atlayıp delikanlıyı yakaladılar; gemiye çıkardılar onu, bağlamak istediler. Ama ipler, onun ellerine, ayaklarına değer değmez kopuyordu. Koyu gözlerinde bir ışıltıyla kendilerine bakan delikanlıyı ne kadar bağlamak istedilerse olmadı, başaramadılar.

Onun tanrı olduğunu yalnız dümenci anladı, düşüncesini arkadaşına açtı, onu kıyıya bırakıp hemen kaçmaları gerektiğini, yoksa başlarına bir felaket gelebileceğini söyledi. Kimse dinlemedi kendisini, geminin kaptanı alay etti. Yelken açtılar, rüzgarda sert sert esiyordu; ama gemi hareket etmedi. Sonra arka arkaya inanılmaz şeyler olmaya başladı. Güverteyi sel gibi şarap bastı; yelkenin üstünde olgun salkımlarıyla bir asma belirdi; çiçekli bir sarmaşık da direğe tırmandı. Korsanlar dümenciyi yakalayarak kıyıya bırakmak istediler. İşte tam o anda tutsakları, kocaman bir aslan haline geliverdi, korkunç korkunç kükredi. Bütün korsanlar denize atladılar; ayakları suya değer değmez hepsi birer yunus oldu. Tanrı yalnız iyi yürekli, dümenciye acımıştı. Korkmamasını söyledi ona; karşısındaki Şarap tanrısıydı, Zeus ile Semele'nin oğulları yüce Dionysos...

Bir keresinde de Lykurgos'la araları açılmıştı. Thrakia'dan geçerken o ülkenin krallarından Lykurgos, ona tapmak istemedi, kötü sözler söyledi. Dionysos kaçıp denizin derinliklerinde saklandı; bir süre sonra ortaya çıkıp kralı yendi, cezalandırdı:

"Onu kayalık bir mağaraya kapadı

İlk çılgınca öfkesi ağır ağır

Geçip de tanıyıncaya kadar

Alay ettiği tanrıyı."

Ama öteki tanrılar, Dionysos kadar iyi yürekli, yumuşak başlı değildi. Zeus, Lykurgos'u kör etti, bir süre sonra da canını aldı. Tanrılarla didişenler uzun yaşamazlardı.

Dolaşırken, Naksos adasında Girit prensesi Ariadne'ye rastladı. Ariadne, Theseus'un hayatını kurtarmıştı; ama Theseus onu Naksos adası kıyılarına bırakıvermişti. Tanrı, Ariadne'ye acıdı, onu kurtardı, sevdi. Öldüğü zamanda, ona armağan ettiği tacı alıp yıldızlar arasına yerleştirdi

Hiç görmediği annesini unutmamıştı. Onu öylesine özlüyordu ki, yer altı ülkesine inmeyi kararlaştırdı. Annesini bulduğu zaman da, Ölüm'e meydan okudu. Ölüm yenilince Semele'yi Olympos'a götürdü. Bir ölümlüydü Semele, ama tanrı Dionysos'un annesi olduğun için, ölümsüzler onu aralarına almayı kabul ettiler.

Şarap tanrısı iyi yürekliydi, yumuşak başlıydı ya, canı isteyince herkesten kötü de olabilirdi. Sık sık yaptığı iş, insanları çıldırtmaktı. Kendilerine BAKKHALAR adı da verilen MAINADLAR'ı dağlara, ormanlara salıvermişti. Bakkhalar, şaraptan çıldırmış kadınlardı; çığlıklar atarak koşar, yakaladıkları yabani yaratıkların kanlarını içerlerdi. Bir şey durdurmazdı kendilerini. Olympos tanrıları, törenlerde, adaklarda düzeni severlerdi; bu çılgın kadınların ise tapınakları yoktu. En yabani sağlarda, en derin ormanlarda, ayak basmamış koruların duru sağlığında yaşarlardı. Kalın yapraklı ağaçlar altında, yumuşak, serin çimlerde yatar, uyanınca bir derede yıkanır, dünyanın yabani güzelliği ortasında, açık gökyüzüne karşı tapınırlardı. Sonra Dionysos'un verdiği otları, böğürtlenleri yer, yaban keçisinin sütünü içer, kanlı avlara çıkarlardı.

Dionysos tapımı birbirine karşı bu iki davranışın ortasında gelişmiştir. Şarap tanrısı kendisine tapanlara sevinç, özgürlük de verebilirdi, yabani bir yıkım da. En büyük kötülüğü annesinin şehri Thebai'ye yapmıştır.

Dionysos, kendi kültürünü yerleştirmek içi Thebai'ye geldi. Şarkılar söyleyen, elleri sarmaşıklarla süslü kadınlar geldi yanına. Hepsi, sevinçten çıldırmış gibiydi. Semele'nin kız kardeşinin oğlu, Thebai kralı Pentheus, gelenleri gördü, ama başındakinin Dionysos olduğunu bilmiyordu. Semele ölürken Zeus'un Dionysos'u kaçırmış olduğundan bile haberi yoktu. Şehrin ortasında bir topluluğun böyle çağırıp, bağırmasından hiç hoşlanmadı; nöbetçileri çağırarak hepsini yakalatmak istedi. Önderleri için de şu sözleri söyledi: 

"Yüzü şaraptan kızarmış, besbelli bir Lidyalı büyücü." 

Ama bu sözleri söyler söylemez arkasından bir sesin kendisine şöyle dediğini duydu: 

"Karşı koyduğun adam, yeni bir tanrıdır. Semele'nin oğludur. Ölümsüz Demeter'le birlikte, yeryüzünde insanların en büyük koruyucusudur." 

Konuşan, Thabai'li ihtiyar, kör bakıcı, tanrıların dileğini bütün ölümlülerden daha iyi anlayabilen Teiresias'di. Pentheus, ona cevap vermek için dönünce Teiresias'ın da şehre giren çılgınlar gibi giyinmiş, ak saçlarına sarmaşıklardan bir çelenk koymuş olduğunu gördü. Alay etti onunla, ihtiyar bakıcıyı yanından attırdı.

Askerleri Dionysos'u yakalayıp yanına getirdiler. Hiç karşı koymamış, hiç direnmemişti Dionysos; askerler de utanarak onu yakalamak istemediklerini, buyruğu Pentheus'un vermiş olduğunu söylemişlerdi. Bunu, Pentheus'a böylece anlattılar; yakaladıkları genç kızların da, dağlara kaçtıklarını açıkladılar. Kilitler fayda etmemiş, kapılar açılıvermişti. 

"Bu adam" dediler, "inanılmaz şeyler göstererek girdi Thebai'ye..."

Pentheus'un gözünü öfke bürümüştü, ağır sözler söyledi Dionysos'a. Tanrı büyük bir incelikle cevaplandırdı onun sorularını, kendisini zindana atamayacaklarını bildirerek, 

"Tanrı beni salıverir," dedi. 

"Tanrı mı?" diye sordu Pentheus. 

"Evet" diye cevap verdi Dionysos. "Tanrı burada, bana ettiklerinizi de kendi gözleriyle görüyor." 

"Hani benim gözlerim görmüyor onu," dedi Pentheus. 

"Benim odluğum yerde duruyor," dedi Dionysos. "Sen, onu göremezsin; çünkü temiz, arınmış biri değilsin."

Pentheus, öfkeyle Dionysos'u bağlayıp zindana atmalarını buyurdu. 

Götürülürken,"Bana yaptığın kötülükler, aslında tanrılara yapılıyor," dedi Dionysos.

Zindanın duvarları Şarap tanrısını tutmadı; Dionysos, Pentheus'un yanına çıkarak, ona yeni ve büyük bir tanrı olduğunu söyledi. Pentheus ağır konuştu yine, küfürler etti. Sonra da, saraydan çıkarak daha önce zindandan kaçmış olan genç kızların peşine düştü. Teker teker yakalamak istiyordu hepsini. Bulduğu zaman, Thebai'li birçok kadının, bu arada annesinin ve kız kardeşlerinin, onların yanında olduğunu gördü. İşte, Dionysos korkunç gücünü o anda kullandı. Bütün kadınları çıldırttı. Çıldıran kadınlar, Pentheus'u yabani bir dağ aslanı sanarak üstüne saldırdılar. Onu parçalayanların başında kendi annesi vardı; ölürken Thebai kralı, karşı koyduğu kişinin bir tanrı olduğunu artık biliyordu.

Bir süre sonra Dionysos, kadınların akıllarını başlarına getirdi. Şarkılar, oyunlar ansızın kesildi; Pentheus'un annesi acıyla baktı öteki kadınlara, ortalığı üzüntülü bir sessizlik kapladı.

Bu öykülerdeki değişik düşünceler, bir çelişmeyi gösterir gibidir. Sevindiren tanrı da Dionysos'dur:

"Saçları altınla örülen

Al yanaklı Bakkhos,

Mutlu alevleri parıldayan

Mainadların yoldaşı.

Can yakan, yüreksiz tanrı da:

Alaycı bir gülüşle

Avını avlar,

Sonra sürükler ölümüne onu

Bakkhalarıyla."

Gerçeğe, onun Şarap tanrısı olduğunu hatırlayarak varılabilir. Şarap, iyi olduğu kadar kötüdür de; insanların içini ısıtır, onları neşelendirir, ama çok kaçırılırsa sarhoş eder. Yunanlılar, onun bu iki özelliğini birden gördükleri için, Dionysos'a yalnız iyilikler değil, kötülükler de yaptırmışlardır. Ama birazcık şarabı her zaman, her zaman sevmişlerdir:

"Dionysos'un şarabı,

Üzüntüler, kaygılar bırakınca

Yüreklerini insanların.

Hiç görmediğimiz bir ülkeye gideriz.

Yoksullar zengin olur, zenginler duygulanır.

Her şeyi yere serer asmadan yapılmış oklar."

Şarap, "yoksulları zenginleştirmek"le kalmazdı. Hayat veren, bütün hastalıkları iyileştiren bir kadehi vardı Dionysos'un. O kadehin içindeki içkiyi içen; cesaretlenir korku diye bir şey tanımaz olurdu. Bütün bunlardan ötürü insanlar, Şarap tanrısını öteki tanrılardan daha çok düşünür, daha çok severlerdi. Tanrının yardımıyla tanrılaşırlardı. Ama ona tapanlar arasında, hiç şarap içmeyenler de vardı. Dionysos, yalnız içki yoluyla değil, esin yoluyla kurtarmayı, özgürleşmeyi de kabul etmişti çünkü. Bu davranışı, onu sonraki yüzyıllarda, gelmiş geçmiş Yunan tanrılarının en önemlisi kılmıştır.

Eleusis törenleri, Cicero'nun dediği gibi, yüzyıllar boyunca, insanlara "yalnız mutluluk içinde yaşamayı değil, iyi bir umutla ölmeyi de öğretmiştir." Ama törenler açıklanamadığı, yazılamadığı için etkisi kısa sürmüş, geride yalnız silik bir anı kalmıştır. Dionysos için yapılan törenler öyle değildi; büyük bayram, bütün dünyaya açıktı. Yunanistan'daki hiçbir bayramla karşılaştırılamayacak yücelikte olan şenlikler, baharda, asmalar yeşermeye başlayınca başlar, beş gün sürerdi. 

"Barış, kardeşlik havası eserdi her yerde; kimse yakalanıp zindana atılmaz, tutsaklar salınırdı. Halk, yabani ormanlarda, dağlarda kanlı şölenlere çökmez, açık havada, bir tiyatroda toplanır, oynanan oyunları gözlerdi. Oyunları yazan şairlere ve oynayan oyuncularla şarkıcılara tanrının uşakları gözüyle bakılırdı. Dionysos'un rahibi de, tanrı adına şenliklere katılırdı." 

Yunan şiirlerinin en güzelleri Dionysos'a yazılmıştır.

Kutsal bir tapım olarak kabul edilen bu tören, tiyatro tarihi bakımından olduğu kadar, tiyatro edebiyatı bakımından da büyük bir önem taşımaktadır. Şenliklerde oynanan tragedyalarla, Shakespeare'in dışında hiçbir yazar boy ölçüşememiştir.

Komedyalar da oynanırdı Dionysos tiyatrosunda; ama tragedyalar sayı bakımından daha çoktu her zaman. Mitologyadaki her olay gibi, bu da bir sebebe dayanmaktadır: Garip tanrı Dionysos, Demeter gibi acı çeken bir ölümsüzdü; acısı, başkasından ötürü değildi, doğrudan doğruya kendinden gelmekteydi. Asma, meyve veren öteki ağaçlara, bitkilere benzemez; hepsinden çok budanır. Kışın yapraksız, çıplak, eğri büğrüdür... Asma Dionysos, soğukların gelişiyle Persephone gibi ölürdü; ama çok daha korkunç bir ölümdü bu; bazı öykülere göre Titanların, bazı öykülere göre de Hera'nın buyruğuyla, paramparça edilirdi. Aylar geçer, yeniden canlanırdı Dionysos; sonra aylar geçer, yeniden ölürdü. Tiyatrosunda, onun yeniden hayata dönüşünü kutlarlarken, her yıl durmadan öldüğünü unutmazlar, o yüzden tragedyalar oynarlardı. Şarap tanrısı acı çekmenin çok ötesindeydi; "trajik" bir tanrıydı.

Bu yanıyla ölümün hiç sona ermediğini de gösterirdi, Dionysos. Ona tapanlar, ölümün ötesinde bir hayatın var olduğuna inanırlardı. Bu inanç, Eleusis törenlerinde de sürüp gitmiştir. Önceleri, Persephone'nin dirilişi kutlanmış, yılar geçtikçe onun "ölüm" özelliği de hatırlanmıştır. Kişiliğinde esen ölüm havasıyla Persephone nasıl olmuş da hayatı, dirilişi bütün parlaklığıyla saklamayı başarmış? Büyük bir güçtür bu. Dionysos'un ölüler ülkesinde o kadar güçlü olduğu söylenemez. Şarap tanrısı, dirilen bir ölü değil, ölen bir diriydi. Ölümsüzlük inancını sağlayan da, Persephone'den çok, kendisiydi.

 

"Lost Library" sitesinden alınmıştır.

 

Back ] Home ] Up ] Next ]