Dinlerin Kökeni

Dinsel inançlar insanlığın tarih sahnesine çıktığı çağlardan bu yana çeşitli evrelerden geçerek gelişimini sürdürmüş ve günümüzün tek tanrılı dinlerine kadar ulaşmıştır. Bu zamana ulaşana dek geçirdiği süreç ise hiç de azımsanacak ölçüde değildir; binlerce yıllık bir dönemi kapsayan -hatta daha da geriye götürebileceğimiz- oldukça uzun bir süreç... Bu yüzden dinsel inançları incelerken, bunları tarihsel bağlamlarında ele almak, onların toplumsal işlevlerini daha iyi anlayabilmemiz açısından oldukça önemlidir.

Avcılık ve toplayıcılık yaparak geçimini sağlayan Paleolitik dönemin insanları, temel ihtiyaçlarını bile zar zor karşılamaktaydılar. Çünkü bu dönemde insanoğlunun bilgisi henüz tüm gerçekleri kavrayabilecek düzeyde değildi. Bu nedenle gerçekler üzerinde yeterince etkili olamayan insan, çareyi dinin kökeni de diyebileceğimiz sihri (büyü) yaratmakta buldu. Belki de sihir yoluyla daha kolay avlanabilir ya da daha çok av elde edebilirdi.

Birçok araştırmacının da söylediğine bakılırsa, Paleolitik döneme tarihlenen mağaraların (Lascoux ve Altamira mağaraları) duvarlarına resmedilmiş av sahneleri sanat amaçlı yapılmamıştır; bunlar "avı etkilemek" amacıyla yapılmış sihirlerdir. Ayrıca sihir sadece mağara duvarlarındaki resimlerle sınırlı değildir. Sihir diyebileceğimiz başka buluntular da ele geçirilmiştir. İtalya'da Savana yakınlarındaki Orta Paleolitik'e tarihlenen Cadı Mağarası'nda, İsviçre'de Drahenloch Mağarası'nda ve Fransa'da Regourdou buluntu yerinde "ayı kültü"ne dair buluntular vardır.

Neolitik döneme geldiğimizde ise, dönemin başlarında henüz tarıma geçilmeden önce figürinlerin (tanrıça heykelcikleri) ortaya çıktığını görmekteyiz. İnsanoğlu daha Neolitik dönemin başlarında doğada anlamlandıramadığı, kontrolü altına alamadığı birtakım doğa olaylarını (yağmur, kar, fırtına belki de deprem), bunları yaratan ayrı bir gücün olduğuna inanarak açıklamıştır. Sonra bu gücü temsil eden tanrıça heykelciklerini yapıp ona tapınmış. Yavaş yavaş tarım üretimine geçilmesiyle birlikte, dönemin ihtiyaçlarına göre inançların da şekillendiğini görüyoruz. Tanrıçalar artık toprağı, toprağın bereketini simgelemeye başlar. İnsanlar önceleri sadece doğa olaylarını açıklayabilmek için dini düşünceden yararlanırken -zamanla- toplumsal olayları da dini düşünceyle açıklama yoluna gideceklerdir.

Dinsel inançların böylesine uzun bir geçmişi olmasına karşın, gerçek anlamda dinin ortaya çıkışını Sümerler de görmekteyiz. Sümer hikayeleri ve inançları tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarına bile girmiştir. Sümer mitolojisiyle, tek tanrılı dinlerin kitaplarındaki konuları karşılaştırdığımızda bu benzerliği daha iyi görmekteyiz. Var etme ve yok etme niteliklerinin tanrılara özgü olması; tanrıların insanları cezalandırması ya da ödüllendirmesi; ibadette temizliğin şart olması gibi özelliklerin hatta cennet ve cehennem kavramlarının bile kökenlerinin Sümerler'e dayandığını gösteren binlerce belge mevcuttur.

Sümer halkı dinine bağlı bir halktı. Herhalde yönetici kadronun din adamlarından oluşmuş olmasının nedeni de bu olsa gerek. Çünkü dine körü körüne bağlanmış, dinle korkutulmuş, sindirilmiş bir halkı yönetmek daha kolaydır. Bu gerçeği hemen hemen her çağda ve her yerde görmemiz mümkündür. Din adamları tapınaklarda yaşamakta ve halkın adak olarak getirdiği yiyecek ve içeceklerle geçinmekteydiler. Yani Sümer halkının büyük bir saflıkla, dini inançlara umut bağlamış olmaları din adamlarının işine gelmekteydi.

Sümerler, tanrılarının göklerde yaşadığına inanırlardı. Bu yüzdende tanrılarına daha yakın olabilmek için, yüksek tapınaklar inşa etmişlerdir. Ve tanrılarına bu tapınaklarda tapınmışlardır. Bu göksel düşünceyi ve tanrı için yapılmış yapıları, tek tanrılı dinlerde de görmekteyiz. İslamiyette dua ederken ellerin göğe doğru açık tutulması ve göğe bakarak yakarılması; Hıristiyanlıkta İsa'nın ölmeden önce ruhunun göğe çekilmiş olması; Musevilikte ise Musa'nın Tur Dağı'nın göğe yakın yerlerinde tanrısıyla buluşması hep Sümerler'de görülen bu göksel düşüncenin bir uzantısıdır. Ve ilginçtir, tek tanrılı dinlere "göksel dinler" anlamına gelen "semavi dinler" denmektedir.

Sümerliler'e göre tanrılar herşeyi yaratandır. Tanrılar bir şeye "ol" der ve o şey oluverir. Sümer tanrılarının bu var edici gücü, tek tanrılı dinlere de geçmiş ve bu dinlerin kutsal kitaplarında, "Onun işi, bir şeyi yaratmak istediği vakit 'ol' demektir o şey hemen olur." (Yâsin Suresi, ayet 42)

Tanrılar var eden güçlere sahip olduğu gibi yok eden güçlere de sahipti. Tanrı Enlil (Sümer tanrılarının babası, hava tanrısı), Tanrılar Meclisinde Ur kentinin yıkılmasına karar vermiştir. Ve şehri yıkmaya gelen ordular da tanrının dünyadaki araçlarıdır. Tevrat'ta da birçok kez Yehova'nın (Tanrı), insanlara kızarak onlara yok edici felaketler verdiği bildirilmektedir.

Aynı olayı Kuran'da da görmekteyiz.

"Bir ülkeyi yok etmek istediğimizde, o beldenin şımarmış olanlarına önce emrimizi ulaştırırız. Yine kötülük ederlerse biz de orayı yerle bir ederiz." (İsrâ Suresi, ayet 15-16).

"İşte sizi, Âd ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırga ile uyardım." (Fussilet Suresi, ayet 13)

"Âd, Semud ile Ress'lilere ve bunların arasında birçok milleti de yerle bir ettik. " (Furkan Suresi, ayet 38)

Sümerliler'in Gılgamış Destanı'ndaki Tufan öyküsü de (en eski Gılgamış tableti M.Ö. 2500'e tarihlenir) yüzlerce yıl sonra yaklaşık olarak M.Ö. 1300'lerden önce Tevrat'taki yerini alacak ve daha sonra ise "Nuh Tufanı" ve "Adem ile Havva" adı altında diğer tek tanrılı dinlerinde en önemli öykülerinden ikisini oluşturacaktır.

"Rüzgar yağmur getirdikten sonra, Bütün yapılmış duvarlar yıkıldıktan sonra, Bir adam, ikinci bir adama karşı çıktıktan sonra, Tahıl yetiştikten, ot bittikten sonra, Fırtına, "yağmuru getireceğim" dedikten sonra, O, "Yağmuru yapılmış duvarların üzerine boşaltacağım" dedikten sonra, Tufan "her şeyi silip süpüreceğim" dedikten sonra, Gök emir verdi, yer doğurdu, Numun bitkisini doğurdu Yer doğurdu, gök emir verdi Numun bitkisini doğurdu."

Sümer mitolojisinden tek tanrılı dinlere geçmiş olan konulardan biri de evrenin yaratılışıdır.

"Evrende ilk olarak Tanrıça Namnu adında büyük, uçsuz bucaksız bir su vardı. Tanrıça o sudan büyük bir dağ çıkarıyor. Oğlu Enlil, onu ikiye ayırıyor. Üstü gök oluyor, Gök tanrısı onu alıyor; altı da yer tanrıçası ile Hava Tanrısı alıyor. Bilgelik Tanrısı Enki ve Hava Tanrısı Enlil yeri bitkiler, ağaçlar, sularla donatıyor. Hayvanlar yaratılıyor ve hepsini idare edecek tanrılar meydana getiriliyor. " (Sümer mitolojisi)

"Suların yüzü üzerinde Allah'ın ruhu hareket ediyordu. Allah 'Suların ortasında kubbe olsun, suları ayırsın.' dedi ve Allah kubbeyi yaptı. Altta olan suyu, üstte olan sudan ayırdı ve Allah kubbeye "gök" ve alttaki kuru toprağa "yer" dedi." (Tevrat, Tekvin 1: 2-9)

"Gökler ve yer yapışık iken onları ayırdığımızı, bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi?" (Kur'an, Enbiya Suresi, ayet 30)

Sümer mitolojisine göre insanın yaratılışı da semavi dinlerden pek farklı değildir. Tanrılar ve tanrıçalar zamanla çoğaldı. O kadar çoğaldı ki onlara hizmet edecek birilerine ihtiyaç duyulmaya başlandı. Bu gereksinim insanın yaratılmasına sebep oldu. Namnu bu görevi Enki'ye verdi. Enki'nin insanı kilden şekillendirirken, Namnu'ya seslenişi şöyledir:

"Ey annem! Adını vereceğin yaratık oldu, Onun üzerine tanrıların görüntüsünü koy Dipsiz suyun çamurunu karıştır Kol ve bacakları meydana getir Ey annem! Yeni doğanın kaderini söyle! İşte o bir insan!"

Sümerler'de, "İnsanın tanrılara hizmet etmek amacıyla yaratılmış olması" inancı, İslamiyette "İnsanın Allah'a iman etmek amacıyla yaratılması" şeklinde geçmiştir.

"Rab (Allah) yerin toprağından Adam'ı (Adem) yaptı ve onun yüzüne hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu." (Tevrat, Tekvin: 2-7)

"Rabbin meleklere, 'Ben balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım, onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.' demişti." (Kur'an, Hicr Suresi, ayet 27)

Sümer kaynaklarına baktığımızda "baş örtmenin bile Sümer geleneklerinden gelmiş olduğunu görürüz. Öncelikle, başörtüsü rahibelerin diğer kadınlardan ayırt edilebilmesi için kullanılmıştı. Sonraları Asurlar zamanında, Asur Kralı bir kanunla, evli ve dul kadınların da örtünmeleri şartını getirdi. Musevilikte evli kadınların, Hıristiyanlıkta rahibelerin ve Müslümanlıkta da dindar kadınların örtünmesi yine Sümer geleneğinin bir uzantısı olarak karşımıza çıkar.

Son olarak diyebiliriz ki din, Sümer sınıflı toplumunun ellerinde bugünkü anlamdaki biçimini almıştır. Tabi din Sümerler zamanına gelene kadar da birçok aşamadan geçmiştir. Nesiller boyunca insanoğlu, sorunlarına bu dünyada çözemediği zaman, bunları yarattıkları tanrılara tapınarak, dualar okuyarak, adaklar adayarak çözme yoluna gitmiştir. Bu durum her yerde ve her çağda böyle olmuştur. Ancak, üretimin gelişmesiyle birlikte insanların bilgileri de artmıştır ve boş inançlara daha az rağbet edilmeye başlanmıştır. Artık insanoğlu sorunlarını boş inançlara güvenerek değil, aklına güvenerek çözebileceğini bilmektedir.

 

Yeliz Kıroğlu/Protohistorya 2

KAYNAKÇA

ÇIÚ, M.İ., 1998, Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni, Kaynak Yay., İstanbul.

Kraver, S.N., 1999,Tarih Sümer'de Başlar, Kabalcı Yay., İstanbul.

Kraver, S.N., 1999, Sümer Mitolojisi Kabala, İstanbul.

Tuncer, Ö., 1999, İşte Anadolu, Arkeoloji ve Sanat Yay.,İstanbul.

Back ] Home ] Up ] Next ]